Ülkenin en büyük kenti ve başkenti olmasıyla kalmayıp, ülkeye de kendi adını veren şehir Cezayir, üzerinde taşıdığı tüm statüleri sonuna kadar hak eden bir şehir. Neden mi Akdeniz kıyısında bulunmanın verdiği havayla Tunus ve Fas’ın arasında yer almasının verdiği etniklikle, ziyaretçilerini bekliyor da ondan! Güney kısmına giderseniz çöl iklimiyle karşılaşabildiğiniz, şehrin ortasında tarihi bir filmde rol aldığınızı zannettiğiniz şehir Cezayir, bir dönem Osmanlı’nın hakimiyetinde de olduğu için her kültürü bir araya toplamış olma özelliğine de sahip. medeniyetleri bir arada görebildiğiniz bu şehirde, batı ve doğu kültürünün nereden ve ne şekilde başladığını çok net bir şekilde görebileceksiniz. Ülkemizde bembeyaz evleri ile tanıdığımız şehir olan Bodrum’la da benzer olan Cezayir’in tüm binaları, sokakları ve Fransız mimarisi da beyaz renge sahiptir. Resmi dilin Arapça olduğu fakat birçok kültürden insanla da gayet iyi bir iletişim kurabileceğiniz şehir de üstelik çoğu yerin de adı Türkçe’dir. Birbirinden farklı özellikleri ceketinin cebine koymuş Cezayir’i keşfe çıkmanızın vakti geldi diye düşünüyoruz. Hazırsanız başlayalım.
İsmini ancak ve ancak elle gösterebileceğiniz bir yerden bahsediyoruz. Sorduğunuz insanların ‘’Aa evet şurası ve şurada’’ demesi için bile gidip görülebilecek bir yer. Ama asıl olay gidip gördüğünüz an vücudunuzdaki heyecan oranından anlaşılacak. Akdeniz kıyılarında var olan birçok bitkinin çeşitliliği ile yer aldığı parkta oturup stres atmak ve sevdiklerinizle sohbet etmek paha biçilemez olacak. Yılın her günü, her saati gidip vakit geçirebileceğiniz park huzurun 30 hektarlık bir alana yayılmış versiyonu. Ülkenin en büyük parklarından olmasının yanında kocaman ağaçları da Cezayir’de belki bir tek Jardin d’Essai du Hamma’da görebilirsiniz. 1831 yılında Fransız ve İngiliz mimarisinin karışımından oluşturulmuş alan daha sonra şehrin en yeşil alanı olarak muhafaza edilmiştir.
Geldik şehrin simgelerinden birinin yer aldığı bölgeye. Cezayir’in Bağımsızlık Savaşı sonrası savaştaki kayıpları unutmamak ve şehrin ne kadar zor günler geçirdiğini hatırlamak için yapılan anıt gerçekten görülmeye değer. Cezayir’in ülkesi için savaşan insanlarına olan saygısını göstermek amacıyla üç büyük palmiye yaprağı beton şeklinde yaptırılmıştır. Gökyüzüne uzanan bir yolculuğu simgeleyen bu anıt Edebi Alev olarak nitelendirilir. Gece gündüz yanmaya devam eden sonsuzluğa giden bu alev ve beton yapılar 90 metre uzunluğunda olup 1982 yılından beri şehirdeki varlığını korumaktadır.
Krem renkli bir yapıya sahip olan ve kayalıkların üzerine inşa edilen Notre Dame d’Afrique’nin görsel yapısının güzelliği dışında kalan bir diğer özelliği de Cezayir Köfrezi’ne bakan manzarasıdır. 19.yüzyılda yapılan Roma Katolik kilisesi, şehrin en görkemli yerinde tüm dikkatleri üzerine çekmekle beraber, tüm Roma ve Fransız birleşimini de görebileceğiniz belki tek yapıdır. Dış cephesindeki kubbesinin mavi ve beyaz mozaiklerle özenli bir şekilde kaplanması, kumtaşı duvarları ile dengelenen bütünlüğü, Müslüman olan bir ülkenin her dine saygısının olduğunun en büyük kanıtıdır.
Restore edildikten sonra muhteşem bir alana dönen Cezayir Bordo Müzesi, eski bir Türk Konağıdır. Dekoratif tasarım konusunda çığır açmış olan mekan bir de üzerine görkemli mimari yapısını ekleyince yerli ve yabancı turistlerin merak konusu haline gelmiştir. Eski fosillerden başlayan sergi salonuyla Neolitik çağlara kadar uzanan bir arşive sahiptir. Tuaregs’in kraliçesi olarak bilinen Tin Hinan’ın iskeleti de burada sergilenmektedir. Pazartesi ve cuma günleri hariç haftanın her günü sabah 9’dan itibaren açık olan müze benzersiz parçalarıyla gözlerinizi yerinden fırlatacak cinsten.
Adını Kuzey Afrikadaki kale yapılarından alan bölge 1516 yılında şehrin en en tepesine kurulmuş ve surlarla da korunmuş bir bölgedir. Sarp tepelerle trekking tutkunlarının dikkatini çeken bölgede dar sokaklarda yer alan bembeyaz evler ve kafelerle sizleri bambaşka bir yere götürecek. 16 ve 18.yüzyıllar arasında Osmanlı padişahlarına ait olarak yaptırılan bölgede dönemden kalan camiiler ve Müslüman alemi için önem teşkil eden birçok yapı da yer almaktadır. Unesco Dünya Mirası Listesi’ne girmiş olması da bölgenin ne kadar önemli olduğunun bir diğer kanıtıdır diyor ve Cezayir’i ziyaret etmeniz için sabırsızlanıyoruz.
Size tek bir şey söyleyeceğiz. ‘’Birden fazla medeniyete ev sahipliği yapmış bir şehirden çıkabilecek sanat eserlerini hayal edin.’’ Bu güzel hayal ayaklarınızı Ulusal Güzel Sanatlar Müzesi’ne yöneltmenize sebebiyet verecek. Botanik bahçesinin ortasında yer alan, Cezayir Körfezi’ne bakan manzarasıyla sizleri büyüleyen müze Afrika’nın en büyük müzesi olarak bilinmektedir. 1930 yılından itibaren ziyaretçilere açık bir şekilde olup içerisinde ulusal ve uluslararası sanatçıların eserlerini barındırmaktadır. 35 adet boyama odasıyla genç yeteneklere de sahip çıkan müzeyi pazar günleri hariç haftanın her günü saat 9 ie 18 arasında ziyaret edebilirsiniz.
Tarihi olarak beslendik şimdi de kültürlerin bir arada neler çıkardığını bir de mutfağa uğrayarak deneyimleyelim. Akdeniz, Afrika ve Türk mutfağının mükemmel dostluğu ile donatılmış sofrada en birincil yiyecek kuskus adı verilen yemektir. Kuzu eti ile buharda yapılan yemeğin yanı sıra baharatı ve sosu bol olan yemekler de sıkça tercih edilmektedir. Cezayir’de zeytinli tavuk, shurba, havuç dolması, tajine ve şakşukayı denemeden dönmemenizi öneriyoruz. Tabii yanında güzel bir Fransız şarabı da eksik olmamalı!
İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan Cezayir’e aktarmasız bir şekilde ulaşabiliyorsunuz. 4 saat süren yolculuk sonrası deniz kenarında, her yere ulaşabileceğiniz bir yerde kalmanız Cezayir’i kısa sürede keşfetmenize yardımcı olacaktır. Üstelik geceliği 40 Euro’dan başlayan fiyat avantajlarıyla!